Geçen haftaki yazımda, ameliyatımdan sonra,

kırkiki yıldır görmediğim bir öğrencimle karşılaşmamı anlatmıştım.

Bu konu ile ilgili pek çok e-posta aldım.

Hemen hepsinde ? öğretmen mi idin?? türünden sorular vardı.

E-postalara teker, teker cevap vermem zordu.

O nedenle bu yazıyı öğretmenliğime ayırdım.

****

Ben iktisatçıyım.

Öğretmenlik eğitimi de almadım.

Eeee!!

?Nerden çıktı bu öğretmenlik hikayesi?? diyebilirsiniz.

Anlatayım?

****

Efendim:

*-Ben gözü açılmadık sığırcık yavrusu (idealist) olarak doğdum.

*-Sığırcık yavrusu kalarak yaşadım.

*-Hala da o halde devam ediyorum.

(Benim kurguladığım birşey değil bu, takdir-i ilahî.)

****

1960?lı yıllarda İ.Ü. İktisat Fakültesi?nde okumaktaydım.

O tarihte ?üniversitede ders takıntısı olanların?

askerlik görevini, ?köylerde yedek subay adayı öğretmen?

olarak yapmaları mümkündü.

****

O dönemde, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın gibi;

?köycü-solcu yazarların? okuyucusu çoktu.

Ben de onlardan idim.

Bana göre:

*-*Baba parası ile kantinde oturup,

ahkam kesmek marifet değildi.

*-Elini taşın altına koymak,

köy gerçeğini yaşayıp, hizmet etmek gerekirdi.

*-Askerlik görevini köyde öğretmen olarak yapmak,

benim için kaçırılmaması gereken bir fırsattı.

(nitekim bir süre sonra bu imkân(fırsat) yok edildi)

****

Yedeksubay öğretmen olarak

askerlik yapabilmek için, müracaat ettim.

Tayinim Konya ili, Karaman ilçesi, Taşkale köyüne çıktı.

****

Taşkale, Torosların eteğinde bir dağ köyü idi

Karaman?dan köye

?otobüse benzer hilkat garibesi bir araçla?

üç saatte varmıştık.

[Otobüsün üstünde çuvallar, torbalar, sandıklar ve de insanlar salkım saçaktı. Yolun yarısını otobüste oturarak, yarısını da onu iterek aşmıştık.

(İki yıl boyunca da hep böyle olmuştu.)]

 

Yol boyunca hemen hemen hiç ağaç, yeşil alan görmedik.

Bozkır, toz ve taş üstüne taş.

Çevre, Indiana Jones?un macera filmlerini aratmayacak kadar

fantastik gelmişti bana.

Köye vardığımızda hava kararmak üzereydi.

Etrafımızda bol miktarda develer ve daha neler, neler vardı.

Kendimi ?Ali Baba ve Kırk Haramiler? masalının atmosferindeki

Keloğlan gibi hissetmiştim.

Şaşkınlıktan adeta dilim tutulmuştu.

****

Evlerin tamamı iki katlı, kerpiçten ve toprak damlıydı.

Alt kat develik ve ahır,

üst kat iki oda; biri ocaklık, diğeri hem oturma hem de yatak odası.

****

İlk gece misafir edildiğimiz evde sabaha kadar uyuyamadım,

Yattığım odanın altı develik (deve ahırı) idi.

Develer sabaha kadar geviş getirdi,

dışkı kokusu da cabası.

Evin içinde tuvalet ve su yoktu.

O gece köyden kaçmaya karar verir gibi oldum.

(Hayal hoş, gerçek zordu.)

Sabaha kadar uyumadım, düşündüm.

Kaçmaktan vazgeçip, zorluklarla mücadeleye karar verdim.

****

Köy bir kayalığın yamacındaki dar bir alana kurulmuştu.

Köyde geniş bir yol yoktu.

Karşıdan bakıldığında kerpiçten yapılmış salaş bir gökdelen gibiydi.

Köylünün yaşamı binbir zorlukla doluydu.

****

Çoğu zaman kendimi ortaçağda yaşıyormuş gibi hissederdim.

Hurafeler ve ilkellik boldu.

Tüm köyü öğrenci gibi görüp, yakın ilişki kurdum.

Güya:

Bildiğim herşeyi onlara öğreterek, çağ değiştirmelerini sağlayacaktım.

(Onlara çok şey öğreteyim derken, onlardan çok şey öğrenenin ben olduğumu sonradan fark ettim.)

****

Aklım sıra:

Köyü ortaçağ karanlığından kurtarıp, çağı yakalatmaya karar verdim!

Rehberim Atatürk idi.

Onun yolundan gitmeliydim.

İşe onun heykelini yontarak başladım.

Aferin bekliyordum;

ama ne gezer?

İlk zamanlar neler oldu neler!!

Sabredip ilmek, ilmek hoşgörü dokumaya çalıştım.

Yazması kolay da, yaşaması zordu.

****

Bir yandan da aldığım maaşlar ile

bir yığın ders araç-gereci aldım ve bir kütüphane kurdum.

Sınıfımı kümelere ayırdım.

Grup çalışmasını teşvik ettim.

Ezber istemedim, gözlem istedim.

Derslerin bir kısmını çayırda-bayırda

doğayı inceleterek yapar oldum.

Çocukları kütüphaneye yönelttim.

Araştırmayı, düşünmeyi, sorgulamayı sevdirmeye çalıştım.

****

Köy kahvesinde açık oturumlar, münazaralar tertipledim.

Aşağı mahalle-yukarı mahalle rekabeti bu toplantılara ilgiyi artırdı.

Neler konuşulmadı neler, üüühh!!

Bu yakın temas ilgi ve sevgiyi artırdı.

Karşılıklı güven ortamı oluştu.

****

Ben onlara, onlar bana tiryaki olup, içten bağlarla bağlandık.

Aramızda hoş bir özveri yarışı başladı.

Kim, kimi geçerse türünden.

Bu da sevgiyi fokur, fokur kaynatıp taşırdı.

****

Kocaman bir aile gibiydik.

Ayrılmamız zor oldu.

*-Birbirimizden asla kopmadık.

*-Birbirimizi asla unutmadık.

*-Sık, sık onlar beni ziyarete gelirler.

*-Fırsat bulunca ben de köyüme giderim.

****

Yontmaya başladığım Atatürk heykeli ne mi oldu?

Ne olmadı ki?

Etkisi mi?

Köyün tümü, Atatürkçü değil Atatürk hayranı oldu.

****

Ayrıca onun yaptıklarından aldığım ilhamla verdiğim eğitimin sonucu da şu oldu:

*-Ereğli İvriz Öğretmen Okulu seçme sınavlarına Karaman?dan yüzlerce öğrenci katılmış.

*-Onyedi çocuk kazanmış.

*-Onbir tanesi benim çocuklarımmış.

****

Daha nice güzel şeyler de oldu.

Köroğlu kol destanı gibi, anlat, anlat bitmez.

****

Hasılı, çok faydalı bir müessese idi yedeksubay öğretmenlik.

Keşke sürseydi.

Ülkesini ve insanını tanıyan, omurgalı aydınlarımız çoğalırdı.

****

Ha, bir de acaba bugün için bu minik hikayeden çıkarılacak kıssa ve alınacak hisse var mıdır?

Bana hisse alınacak çok şey var gibi geliyor.

Ne dersiniz?

NOT: Heykelin üstünden bakan kara gözlüklü kişi ve diğer fotoğrafta eli bağlı önüne bakan kişi, alt resimde de heykeli yontan benim.

Ne dersiniz hiç değişmemişim, di mi?!!!!