Gazeteler de ki, ?tam sayfa? teşekkür ilânı, yüreğimi sızlattı.
Derin, bir iç geçirdim.
Kıskanmamış, gıpta etmiştim.
Seslice ?At binenin, kılıç kuşananın? helal olsun!.. dedim.
Eşim şaşırdı!
-Hayrola dedi.
-Yok bir şey, elin oğlu; atı alıp Üsküdar'ı geçmiş, onu ilân ediyor.
Umursamazlığımız sayesinde, biz yaya kaldık.
Önüne gelen, elimize bir reçete tutuşturuyor.
Hepsinde ilk ilâç, Turizm adlı kuvvet iğnesi.
Güyâ bizi güçlendirip, güzelleştirirmiş, ne fayda!
Son yıllarda, reçeteye bir de ?Tavukçuluk? kuvvet hapı eklediler.
Gerçekten, faydalı bir hap.
Onu kullanmaya başlayınca, benzimize kan geldi.
Faydalı diye, devamlı içmeye başladık.
O da, alerji yaptı.
Vücudumuzda kangren gibi, cılk yaralar oluştu, cüzamlıya döndük.
Leş gibi kokmaya başladık.
Görünmediğimiz doktor kalmadı.
Çare buluveren olmadı.
Kimsenin umurunda değiliz.
Bu gün de, Garanti Bankası (AB sürecinde Turizm ve Tavukçuluğu tartışmak) için Koru Motel'e davet etti.
İşinin ehli uzmanlar getirmiş.
Kullandığımız ilâçları ve yan tesirlerini tartışacaklarmış. Dedim.
Gülüştük!..
****
Herkes gibi ben de, şıklaşıp, davete icâbet ettim.
Salon tıklım, tıklımdı.
Lacileri çeken gelmiş.
Açılış konuşmasını yapan Genel Md. Yard: Hepimize aferin çekti.
Meğer; davetlere icâbete, dikkat etmediğimizi duymuş.
Aferini, o nedenle hak etmişiz.
O aferin, birazda öğünme içeriyor gibiydi.
Sanki; sizi gidi sizi, biz çağırınca, nasıl da gelirsiniz, diyordu.
İlahi!..
Koskoca banka,?Koru'da, kokteylli toplantıya? çağırırda, gidilmez mi?
Konuşmanın devamında; bankanın büyüklüğünü, neler neler başardıklarını pek güzel anlattı.
Sonra da; Bolu'nun kalkınmasına hizmet için geldiklerini söyledi.
Bu gün, Bolu turizmi ve tavukçuluğu tartışılacak dedi.
Sevindim!
****
Ardından, kürsüye Prof Asaf Savaş Akad çıktı.
Ağzından, sanki bal damlıyordu.
O konuştukça, salondakiler (rahatsız sandalyelerde tıkış tıkış oturduklarını unutup) rahatladı.
Salon pespembe oldu.
[Bir an için onu, fareli köyün kavalcısı sandım.(tövbe estağfurullah)]
Bu tip konuşmaları TV'de bol bol dinliyorduk, ama olsun.
Canlı izlemenin keyfi, başka.
Öylede tatlı konuşuyordu ki, zaman nasıl geçti, anlayamadık.
Nedense ağzından, Bolu lafı çıkmadı.
****
Ardından; AB Uzmanı kürsüye geldi.
Neler anlattı, neler.
Referandumlardan sonra, ne olacaktı, bu Avrupa'nın hali.
Salondakileri, aldı mı bir tasa.
Kendi dertlerimizi, unutuverdik.
Daha, pek çok şey anlattı.
Hepside, dağ gibi uluslar arası mesele.
Aklım, Bolu'nun meselelerine ermezken, nasıl olurda onlara erer.
Anlayamadım, kulağıma da girmedi.
****
Sonra; Ticaret Odası Meclis Bşk ?Turizmi anlatmak üzere? kürsüye çıktı.
İlk sözü:
Ben bu konuyu bilmem oldu. (Yadırgamadım)
Arkasından, tekstil, Adıyaman, vs anlattı.
Turizm ile ilgili olarak söylediği tek söz markalaşmak oldu.
Ama nasılı anlatamadı.
Oysa biz, yıllardır o nasılın peşindeydik.
Bir türlü yakalayamamıştık.
?Garanti,? bize yakalatacaktır diyordum.
Tühh! Gene yakalayamadık.
****
Nihayet; Şale'ci geldi kürsüye.
(Şale ne demek merak ediyordum )
Dağ evi demekmiş
Haklı, şale kelimesi varken, ?ayı ini der gibi? dağ evi denir mi?
Allah için işi biliyordu!
Şak diye, tedavi reçetesini yazdı.
Ardından; reçetenin faydası ile ilgili, bir örnek verdi.
[Sivri akıllının biri; beş-on ahşap ev yapmış. İki sene, anası ağlamış.
Sonra; üstat imdada koşmuş, evleri doldurmuş.
Adam şakır şakır para kazanıyormuş.]
Teşhis kesin, ilâç belli idi.
Herkes? birbirine hiç benzemeyen orijinal-eksantrik? şaleler yapmalı dedi
Hay Allah, biz bunu nasıl da akıl edememiştik..
Ey ahali; reçete ele geçti, yol haritası çizildi.
Laf arasında da: Metropollerin sizin ?cennet doğanıza? ihtiyacı var.
5000 yatağınız mevcut.
2004 de, 270000 yerli, 20000 yabancı turist gecelemiş.
Yıllık ortalama doluluk 50 gün eder.
Bu iş, iş değil, dedi.
Termal'e güvenenlere de:
Iıhh Termal Turizmi'nin geleceği yok deyiverdi.
Tek yol şale tipi otellermiş.
Eh o kolay; yaylalarda hazır (4500 kaçak ?orijinal-eksantrik? yayla evi) şale var.
(Bir an evvel gidin Gökova'ya, bulun 95'lik Nail Çakırhan'ı, tadilatlar yaptırın)
Şıpın işi, olur biter.
Hafta sonları (metropollerden bıkanlar) şaleleri doldurur.
Yılda 16 hafta sonu garanti. Hafta içi mi ne olacak?
O kadar da, hazır lopçu olmayın canım.
Zaman, nasıl geçti anlayamadık.
Oturum bitiverdi.
Turizm problemimiz, çözülmüştü.
Neler öğrenmiştik neler, maydanozlu köfteler.
****
Çay molasından sonra, ikinci oturum başladı.
Zarif bir Profesör Hanım başkanlığında, kanatlı sektör temsilcileri, yerlerini aldı.
Prof Hanım: Hiç bilinmeyen bilgiler verdi!
17 yumurta bir kilo gelirmiş.
Çok ucuz protein kaynağı imiş, tavuklar da öyle.
Amerikalılar, kişi başı 50 kg tavuk yermiş.
Biz, o kadar yemezmişiz.
Bunun sorumlusu, (okumadan hafızlığa kalkan) bilgisiz kişilermiş.
2012'de, kafesler kalkacakmış.
Avrupalı, kafes tavuğu yemezmiş.
İllâ ki, özgür tavuk yemek istermiş.
Ama o da, pahalıya mal olurmuş.
Yılda, şimdilik 953000 ton üretimimiz varmış.
Daha, neler anlattı neler!
****
Nihayet; sıra sektör temsilcilerine geldi.
İlk sözü, Erpiliç yetkilisi aldı.
Günde 170000 tavuk keserlermiş.
Yıllık 220000 bin ton üretim varmış
3500 işçi çalışırmış.
Onlara 20-30 trilyon ücret öderlermiş.
3000 kayıtlı üretici varmış, 5000 kişi istihdam edilirmiş.
Bunların sonucu, 150 milyon dolar gelir elde edilirmiş vs.
****
İkinci sözü; Bolca Hindi-Kalite Yem'in sahibi aldı.
Hindi üretimine, neden-nasıl karar verdiğini, hangi safhalardan geçtiğini, bu gün geldiği durumu anlatırken, o ara multivizyon ile firmasının da reklamını yaptı.
Çaresiz izledik.
Konuşmasının sonuna doğru, sektörün ?organize hayvancılık bölgelerine? ihtiyaç duymaya başladığını söyledi.
Sevindim.
****
Söz sırası; Akpiliç sözcüsüne geldi.
Onu dinlerken, cep mesajı aldım.
Torunlarım gelmiş, beni beklerlermiş.
Kalktım.
Arabaya giderken, zihin cebime bir göz attım.
Bomboştu.
Burası Bolu, bu kadar da olu deyip, bir türkü tutturdum.
Yürü yavrum yürü.
Yürüteyim seni.
Toplantı yapıp sevdiğim, avutayım seni.