1950’li yıllardı.
Çocuktum.
O tarihlerde Bolu’da “bana göre” ABİDE gibi insanlar vardı.
Onlardan birinin adı Mehmet Baysal’dı.
Kısa boylu, tıknaz, biraz da şişmancaydı.
Koç boynuzu gibi kaşları vardı.
Çok ciddi bakışlıydı.
İnsana saygı telkin ederdi.
O yürürken, sanki yer sarsılırdı.
GM marka, köşeli hatları olan, siyah bir otomobili vardı. O otoyu makam aracı, kendisini de, bakan zannederdim.
Bir gün babama sordum:
- O amca ne bakanı?
- Oğlum o bakan değil, Kereste tüccarı Mehmet Baysal bey.
Bir diğerinin adı; Tefik Ataydı. ( Nam-ı diğer dişçi Tefik)
İlk dişimi o çekmişti.
Oğlu Eğilmez, okul arkadaşımdı. Bir gün Eğilmez’in ablasının bir mühendisle nişanlandığını duydum. Solmaz ablanın nişanlısının adı Ahmet Baysalmış. Mehmet Baysal amcanın oğlu. Amcası ile birlikte çalışırmış.
Amcası zenginmiş adı; İzzet Baysal’mış.
Ölçüm Mehmet Baysal’dı. Herhalde, O’nun ağabeyi ve oğlu da mutlaka ona benzerdi. Abide gibi insanlar olmalıydılar.
Sonraları, İzzet Baysal ismini, hep vergi şampiyonları listelerinde izledim.
Yeğeni Ahmet Baysal da, cin gibi bakışları olan “tevazu sembolü, devamlı tebessüm eden” bir insandı.
İzzet Baysal amcanın, danışmanı, koruyucu meleği gibiydi, Ahmet Baysal. Çok saygı gösterirdi, amcasına. Bu öyle sıradan bir saygı değildi. Ahmet Abi için, İzzet Baysal amca adeta çok iyi korunması gereken paha biçilmez bir çin vazosu gibiydi.
O asla incinmemeli, üzülmemeli, yorulmamalıydı.(Koruyucu bir cam fanus gibiydi.)
İzzet Baysal amca da, Ahmet Abisiz yapamazdı. O’na dileklerini iletirdi.
Dileklerin projelendirilmesi, detaylandırılması, uygulamaya geçirilmesi, Ahmet abiye aitti. Ahmet Abi de, bir yumurtanın tepesini kırarken bile, amcasına bilgi vermeyi, ihmal etmezdi. O her an ordu komutanına, birifing veren, kurmay başkanı gibiydi.
İzzet Baysal Amca; “elinde küçük bir bloknot ile” her işi takip ederdi. Ahmet abi de; “en ince detayına kadar” bilgi verirdi.
Pek çok konuyu, Ahmet Abi kendi zihninde kurgular, planlar, amcasına öyle pat diye açmaz, onu incitme ihtimaline karşı, gerekli tedbirleri alır, en uygun zaman ve zemini kollardı.
Sanki İzzet Baysal amcanın beyni ile bütünleşmiş, onun prensiplerini, kendi karakter özelliği haline getirmişti. Aynen onun gibi titizdi. İnce eler, sık dokur, kolay kolay kimseye güvenmezdi.
Bu itina ve titizlik içinde ağır ağır acele ederek, kendi inandığı doğrultuda ilmek ilmek örüp kurdu, İzzet Baysal Vakfı’nı. Müdebbir, basiretli ve çok tutumlu bir tüccar gibi hareket ediyordu. Harcamaları yaparken, işleri kontrol ederken hoş görülü değildi. Har vurup harman savurmuyor, tasarrufa çok dikkat ediyordu. Amcasının hoşuna giden “Allah’ın da tasvip ettiği” sırat-ı müstakim çizgisiydi bu.
Bir karınca gibi, dur durak bilmeden çalışıyor, asla kendini öne koymuyor, böbürlenmeyi, kasılmayı, övünmeyi hiç ama hiç bilmiyordu. Aynen amcası gibi kendisine karşı adeta cimri, insana hizmet anlayışında alabildiğine cömertti.
İZZET BAYSAL AMCANIN KIZI
ESİN HANIM EFENDİYE GELİNCE:
O önceleri Türk töresine uyarak, Babam ne isterse onu yapar.
Bana babamın arzularına saygı duymak, destek olmak düşer diye düşünerek, hiç öne çıkmadı. İzzet Amca’nın aldığı kararlara, yaptığı işlere direkt olarak hiç karışmadı. Hiçbir konuda direniş göstermedi. Bu da olmaz ki canım demedi. Babası sırtındaki elbise hariç, hemen her şeyini topluma armağan etme kararını verdiğinde en ufak bir tepki göstermedi. Babasının kararlarının en önde gelen destekçisi oldu. O isteseydi, direnebilir, hayır diyebilirdi. Türk Miras Hukuku’na göre böyle yaptığı takdirde haksız çıkmazdı. Yasalar Esin Hanım’dan yana olurdu.
Gazetelerde okuyoruz. Miras yüzünden çok zengin ailelerin çocukları birbirine giriyor. Kanlı bıçaklı oluyor. Ana oğulu öldürtmeye kalkıyor. Evlatlar annelerini zina ile suçlayıp, babalarını hacir altına aldırmaya kalkıyor. Bunların hepsi miras kalmasını bekledikleri servet yüzünden.
Allah aşkı, insan sevgisinden hiç nasibi olmayan, “sade kendilerini ve hayasız lüks yaşamlarını düşünen ahlaksızlık ve egoizm çukurunun en dibinde şehvet ve hırs histerisi içinde, ne yaptığını bilmeden debelenen” bu insanların davranışı ile mukayese ettiğiniz zaman Esin hanımefendinin davranışının, yüceliği bütün ihtişamı ile, ortaya çıkar.
Şimdi soruyorum:
Bu iki insan takdir edilmeyi hak etmiyor mu?
Atalarımız: Marifet iltifata tabi olmalıdır, demiştir.
Hizmet eden, hizmetinin reklamını yapmayan, kendisi için hiçbir şey istemeyen bu iki güzel insanın övülmeye, takdir edilmeye hakları yok mu?
AHMET BAYSAL VE ESİN AVUNDUK İSİMLERİ CADDELERDE, MEY-DANLARDA, KAMU BİNALARINDA BİR YILDIZ GİBİ PARLATILMALIDIR.