Şıpın işi yazamam.
Önce konuyu, zihnimde evirip çeviririm.
Bazen de, son anda değiştirip;
İki ayağımı bir pabuca sokarım.
Bu defa da öyle olacaktı.
Başladığım konuyu bırakıp, yenisini yazacaktım.
Son anda zihnimde bir şimşek çaktı.
Birbirine zıt ?iki konuyu? birlikte yazmak istedim.
Çok zor bir iş ama , deneyeceğim.
****
Birinci konu, şu: Çanakkale zaferi.
İkinci konu da şu: Gençliğimizin halleri.
****
Bu iki konunun, birbiri ile alakaları olamaz!
Öyle değil mi?
Maalesef değil, maalesef alakası var.
****
Birinci konu:
*-18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi?nin 92. yıldönümü.
*-3 Kasım 1914 ve 18 Mart 1915?te cereyan eden savaş, bir zafer destanı.
*-Kurtuluş Savaşı?nın da mayası.
?17 Mart tarihli,? Olay gazetesindeki bir habere göre:
Bir İngiliz general şöyle söylemiş:
?Çanakkale?nin İngilizler açısından en büyük kazancı:
*-Türk milletinin okumuş aydın kesiminin öldürülmesi.
*-Gençliğinin ve geleceğinin elinden alınmasıdır?.
****
Şimdi de ikinci konu:
?15/3/2007 tarihli, Hürriyet Gazetesi?nde küçük bir haber.?
Haberin başlığı:
?Eşcinsellere Dünya Bankası, hibe kredisi verecek.?
Şaşırdım.
İster istemez devamını okudum.
*-[Dünya Bankası?nın,
"Gençlik Gruplarının Güçlendirilmesi için Vatandaş Katılımı" üzerinde duran projeler kapsamında, seçtiği STK?lar arasında;
Kaos Gay Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği de yer aldı.
*- STK?lara 2007 Küçük Hibeler Programı kapsamında hibe edilmek üzere toplam 35 bin dolar tahsis edildi.
*- Program çerçevesinde Kaos Gay Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği?ne 5 bin 143 dolar verilecek. ]
Bakın şu rezilliğe!
****
Elin adamı, Çanakkale Savaşı?nda elde ettiğini var saydığı kazancını;
Sürdürmeye, gayret ediyor.
Biz zafer sarhoşluğu içinde, zil takıp oynarken;
Altımızı oyuyor ve de oymayı hiç bırakmıyor.
İnce, ince devam ediyor.
At binenin, kılıç kuşananın derler.
Hem de onlar zaferlerine her gün yenilerini ekliyor;
gençliğimizi, iyice çökertmek için, hibe krediler veriyor.
****
*-Biz, Çanakkale savaşı için, zafer destanı diyoruz.
*-İngiliz general, en büyük kazancımız diyor.
*-Ve de kazancının ne olduğunu açık seçik ifade ediyor.
a-Türk milletinin okumuş aydın kesiminin öldürülmesi,
b-Gençliğinin ve geleceğinin elinden alınması?.
Kimin dediği daha doğru?
Kim daha kazançlı?
Tabi ki onlar.
Bunu nasıl mı başarıyorlar?
Hele bir düşünün!
****
Onların bir şey yapmalarına gerek kalmıyor.
Biz kendi kendimize yapıyoruz.
Mesela:
Onlar elma şekeri, reklamı yapıyor.
Ardından bedava diye anons ediyor.
Hürya!!!!
Yeni gelin gergefe sarılır gibi;
Elma şekerlerine sarılıyoruz.
Keyif ala, ala? .
Sonunda, şekerinin sapı elimizde kalıyor.
Ne halt, edeceğimizi bilemiyor, nutuk, üstüne nutuk. Palavra üstüne palavra atıyoruz.
Cek, cak da cek, cak.
Hem de ?Türkilizce?
[Bir yandan da;
?alavere, dalavere, bilgisiz garibanlar nöbete? deyen, uyanıklar, elma şekeri (!) yemeye devam ediyor.]
****
Bizde bu aymazlığı fark edenler yok mu?
Var tabi.
[Mesela, Tevfik Fikret.
?Han´ı Yağma? adlı şiirinde(ek-1):
*-Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin.
*-Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Diyor demesine ama?]
?Ülkesini ve insanını seven, bu tiplerin sesleri?
Aymaz çoğunluğun şamatası arasında;
(davulcu osuruğu gibi) kaybolup gidiyor.
[Bunların günümüzde yaşayanlarından, pek çok örnekler vermek isterdim.
Köşe yazısına sığdırmak mümkün değil.
Ama bana yeni ulaşan;
Aziz Nesin?in oğlu Ali Nesin?in ?çok ilginç? mesajını sunuyorum, mutlaka okuyun.
(ek-2)]
Eşcinseller, esrarkeşler, vatan haini işbirlikçiler ?bangır, bangır?.
Baş tacı ediliyorlar.
****
Ey Çanakkale de şehit olan dedelerimiz.
Siz bu hallerimiz için mi, şehit oldunuz?
Eminim kemikleriniz sızlıyordur.
(Bizi af edin demeye bile yüzümüz yok.)
Aymazlık, çıkarcılık, yobazlık kör etmiş gözlerimizi.
Develer tellal olmuş, pireler berber.
?Şeyk it ap şekherim? lerle tepine, tepine,
Batılılaşıp (batıp) duruyoruz.
Han-ı yağma
bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
yiyin, efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
bütün, bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
yiyin, efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
büyüklüğün, biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...
yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
bu günkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
****
SÖZLÜK: İltikaam: yutma, muntazır: bekleyen, mustarip: ıstıraplı, Nadi-i niam: çıkarcılar(nimet bekleyenler grubu), kudumunuzla: beklenti, müftehir: övünen, gazanızın: savaşınızın Haseb: soyluluk, neseb: soy, ihtiıam: (karşılığını bulamadım), sürur: rahatlık, intikaam: öç alma, ab u tab: güç iksiri, han-ı iştiha: büyük iştah, ferağ-ı halini: terk edilen hal, kavi: güçlü, şevk-i balini: yoğun heves.
EK-2:
Nesin Vakfı?ndan Mektup - 8 Mart 2007
Sevgili Dostlar,
Dehşetengiz bir karalama kampanyasıyla karşı karşıyayız. Bunun sonunu hiç hayırlı görmüyorum. Sadece Nesin Vakfı açısından değil, Türkiye ve insanlık açısından da.
Eğer bunca özveriyle kurulan ve yaşatılmaya çalışılan bir çocuk kurumuna böylesine alçakça ve acımasızca çamur atılabiliyorsa, gerisi benim hayal gücümü aşıyor. Sonuçta çocuk bakıyoruz... Yemiyoruz yediriyoruz, ısınmıyoruz ısıtıyoruz.
Nesin Vakfı´na ve kimsesiz çocuklara bakan diğer kurumlara, hayasızca saldıranlar, sokak çocuklarından, tinercilerden, kapkaççılardan, sokakta yaşanan vahşetten yakınma haklarını kaybettiklerini biliyorlar mı acaba?
Çocuk kurumlarında çalışanlar büyük bir özveriyle yokluk ve zorluklarla boğuşurlar.
Üç kuruş maaşa... Kimi zaman da gönüllü... Tek mutlulukları yüzleri gülen çocuklardır.
Onlar bu toplumun isimsiz kahramanlarındandır. Bu toplumu toplum yapan değerleri yaşatan kişilerdir. Nesin Vakfı´nda bir "anne" dört çocuğa bakar.
Geçenlerde TV kanalında izlediğiniz devlet kurumunda çocukları döven "anne" kaç çocuğa bakıyordu? Saydınız mı? 30 muydu? Herhalde. Siz hiç 30 çocuğa baktınız mı?
30 çocuğa bakmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Üstelik hangi çocuklara, hangi ortamda, hangi koşullarda... O "anne"nin kendisi de dayakla büyümüştür büyük olasılıkla;
Kendi çocuklarını da dayakla büyütmüştür. Şimdi de 30 kimsesiz çocuğun sorumluluğu verilmiş... Bunun ne demek olduğunu tahmin etmeye çalışın. Dövmesin de ne yapsın anne?
O maaşa ancak böyle bir anne bulunur. O eğitimde ve o düzeyde biri o koşullarda ancak öyle davranabilir. Düşmanı iyi belirlemek gerekir. Düşman ne o kurum, ne de o annedir.
Düşman, içinde yaşadığımız koşullardır. Bir senaryo kurayım: Nesin Vakfı´nda bir anne dört çocuğa bakar dedim biraz önce. Peki, çok kötü koşulda dört çocuk daha görsek ne yapacağız?
Örneğin kömürlükte yaşayan, ya da işkence gören, ya da sokaklarda dilendirilen, aç sefil, ölüm tehlikesinde... Almamazlık olur mu? Görmemeye çalışıyoruz ama görürsek alacağız mecburen. Gözle görünce dayanılmıyor. Peki ya bu yeni çocuklara bakacak annemiz yoksa?
O zaman var olan annelerin her biri dört yerine beş çocuğa bakacak... Peki bağışlar azalır da çalışan sayısını azaltmak zorunda kalırsak ne olacak? O zaman da ya bir anneyi isten çıkaracağız ya da annelerden biri "maaşım ödenmiyor" diye işini bırakacak, ama bu sefer de her anne beş yerine altı çocuğa bakacak. Kolay mı o kadar çocuğa bakmak?
Eğer koşullar değişmezse bir annenin sorumlu olduğu çocuk sayısı yediye, sekize çıkacak. Belki de daha az maaşa çalışacak bir anne bulacağız. Annenin sinirleri yıpranacak, yorgun düşecek, haliyle... İnsan bünyesi bu, bir yere kadar dayanır. Bir ara uykusuna yenilecek.
O sırada çocuk pencereden sarkacak, elektrik prizine çivi sokacak, odadan çıkacak... Allah korusun... Allah korusun ama ne olur ne olmaz, biz gene de önlemimizi alalım... Çocuk bakan kurumlara saldırmak mıdır çözüm? Nesin Vakfı aleyhine sürdürülen kampanyayı sıcacık evlerinde rahat koltuklarına gömülmüş cıkcıklayarak izleyenler, o sırada bizim ne yaptığımızı düşündüler mi acaba? Ben söyleyeyim ne yaptığımızı: Tuvalet temizlemekten, gelecek ayı nasıl çıkaracağımızı hesaplamaya kadar, olağan tüm işleri yaptığımız gibi, bir yandan da bakirelik kontrolünden geçen kızlarımızı teselli ediyor-duk, yuvalarından alınacaklarını düşünen çocuklarımızı yatıştırıyorduk, olan biteni anlayacakları ve üzülmeyecekleri bir dilde anlatmaya çabalıyorduk, gülümsemeye, güven vermeye çalışıyorduk. En çaresiz kaldığımız zaman da hıçkırıklarımızı hapsedip onlara sarılıp susuyorduk.
Söylemeden geçemeyeceğim.Küçücük kızlarımızdan birine adli tıp doktoru olacak kişi, "namaz kılar gibi yap" demiş. Kızımız bilememiş doktorun ne demek istediğini. Bu yüzden de doktordan bir güzel azar işitmiş. (Acaba toplumun hangi kesimi cıkcıklayacak bu satırları okuduğunda?) Sevgili dostlar, sizlere bize yaşatılan her şeyi anlatamıyorum. Çünkü bu mektuplar maalesef cinsel evrimlerinin evcilik oyunu aşamasında takılıp kalmışların da eline geçiyor. Gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlandılar, televizyonlarda bangır bangır bağırdılar: Nesin Vakfı?nda tecavüz! Anüste yırtık var! Üç kıza daha tecavüz edilmiş! Vakıf?ta bakire kalmamış! Oysa hiçbir şey yok! Adli Tıp raporları tertemiz. Ama gene de haber yapıldı ve hakkımızda dava açıldı! Pes! Diyecek laf bulamıyorum. Her şey doğru olsa bile, böylesine trajik bir olay böyle mi haber edilir? Toplumsal sorumluluktan vazgeçtim, hiç mi utanma arlanma yok? Tutuklanan gençlerimiz cezaevinde işkenceden geçtiler, aşağılandılar, korkutuldular, ölüm ve tecavüz tehditleri aldılar. Biri tabanlarına basamaz ve çenesi kenetlendiğinden konuşamaz bir halde ve beş kuruş parasız gecenin bir yarısında sefil bir durumda Bayrampaşa sokaklarının karanlığına terk edildi. 17 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz! Bu çocuk bir hafta boyunca katı yemek yiyemedi ve tuvalete gidemedi. İki gün kaldığı cezaevinden çıkıp 36 saat sonra Vakıf?a döndüğünde (önce annesine gitmiş) donuk gözlerle bakıyor ve iki kelimeyi zor yan yana getiriyordu.
İnanıyorum demesine karşın, "seni Allahsız!" diye dövmüşler. Önce jandarmalar, sonra gardiyanlar, daha sonra da mahkûmlar. Aslında dövmek istedikleri Aziz Nesin ve düşünceleri elbet. Çocuk yurdunda çocukları döven anneye olduğu gibi, düşmanını karıştırıp çocuklarımı döven bu cahillere de acıyorum. Cahiller neyse de, okumuş yazmışların düşmanını karıştırmaya hakkı yoktur. (Öyle değil mi piyasa gazetelerinin ve TV kanallarının sayın haber müdürleri?) Çocuklarımız iki günlük cezaevi ziyareti boyunca yaşadıklarını kaleme alıyorlar. İnanın bana, pek kolay olmuyor yazmaları. Bitirdiklerinde kamuoyuna sunacağım.
İşkenceyi şikâyet etmek amacıyla aldığımız adli tip raporları, "o kadar da önemli bir şey yok" gibilerinden bir şey söylüyor. Oysa taban, avuç ve sırtlarındaki dayak izlerini ben gözlerimle gördüm. Birinin dosyası takipsizlik aldı, itiraz ettik, sonucu bekliyoruz. Diğerinin şikâyeti halen soruşturuluyor.
Bilen söylesin: Türkiye?de tecavüz suçlamasıyla tutuklanan kaç kişi iki gün sonra salıverilmiştir? En küçük bir emare ya da delil olsaydı, sonuç böyle mi olurdu?
Biri işkence diğeri tecavüz iki rapor var. İkisi de ayni şeyi söylüyor: İşkence/tecavüz olmamıştır. Birine dava açılmıyor, diğerine açılıyor. Bu da Aziz Nesinlik değilse ne Aziz Nesinliktir?
Suçsuz çocuklarımı işkenceci devlete ihbar etmedim suçlamasıyla mahkemeye verildim. Bırakın çocuklarımı, karşımda canavar olsa bu işkenceci devlete ihbar etmem! Bu böyle biline. Hiçbir suçun cezası işkence olamaz diye düşünenlerdenim.
1,5 yıl hapsim isteniyormuş. Sanki umurumdaydı! Temsil ettiğim ruha dokunamazlar ki...
Üstelik çocuk baktım diye hapse atacaklarsa, 1,5 yıl ne ki! 150 yıl atsalar ıslah olmam!
Sözlerim öncelikle bize düşman olmaması gereken ama beni çok şaşırtan basına ve medyaya (onlar bilirler kim olduklarını): Çocuk bakan kurumlara saldırmayın, onlara sahip çıkın ve destekleyin.
Dostlar: Toplumun Nesin Vakfı?na ihtiyacı olduğu sürece dimdik ayaktayız ve bu vakfı yaşatacağız, ama insanlık ölürse bize yer kalmaz ki! İlla ki insanlığı kurtarmak gerekiyor!