Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Pire berber, deve tellal iken
Bir varmış, bir yokmuş!!!
Vaktin birinde;
Cennet gibi, yeşilliklerin içinde, bir şehir varmış.
İnsanları, sessiz, sakinmiş. Ağızları var, söylemez. Gözleri var, görmezmiş. Otur dedin mi oturur, kalk dedin mi kalkarlarmış. Neden, niçin, kelimeleri lisanlarında yokmuş. Masal dinlemeye meraklıymışlar.
Günlerden bir gün:
Bu şehre, bir devletlü gelmiş.
Astığı astık, kestiği kestik.
Hükümet konağına gelip, oturmuş
Bide bakmış konağın önüne; ne görsün!!!
Bir yığın ulu çam ağacı
Bree bu ne!!! Diye gürlemiş.
Bunlar hemen kesile, yol açıla.
Efendim acele etmeseniz. Bu ulu ağaçlar bir daha yetişmez. Buraya mahvel derler, Atatürk parkıdır, vs. gibi cılız itirazları bastırıp;
Aslan gibi kükremiş.
Acele ağaçlar kesile!!!
Elinde, demir uçlu bastonu varmış. Paltosunu alıp omzuna, dikilmiş işçilerin başına.
Devirtmiş ulu çamları “göz yaşına bakmadan.”
Allah için çalışkan, icraatcı Valiymiş.
Gündüz, gece demez, habire çalışırmış.
Ardından: bu şehir ilerde, bu alana sığmaz.
Ayrıca deprem bölgesidir. [Belki de (mahvel’i mahvettiğine pişman olup) yeşili korumak istediğinden] merkez dışında, az katlı evler yapalım, demiş. Teşhisi doğruymuş. Ama hayalinin ölçüsü yokmuş.
İnce eleyip sık dokumamış (bu kadar büyük bir uydu kent’e ihtiyaç olmadığını) düşünmemiş.
Tez, bin iki yüz evlik, bir kooperatif kurula, diye emir vermiş. Devletin imkanlarını, seferber ettirmiş. Kooperatif kurdurmuş.
Çağırtmış, ülkenin en iyi mimarlarından birini;
Bak’a mimarbaşı, bu millet öyle beton binalarda yaşayamaz.
Şöyle şöyle, binalar çiz, diye emretmiş.
Kooperatifin alanı, üç köyün tarlaları üstündeymiş.
Belediye hudutları dışındaymış.
Anlayacağınız. Ne köye dahilmiş, ne şehre.
Bu durum, kimsenin umurunda değilmiş.
Halk sevinç içindeymiş. Kooperatife, hemen herkes ortak olmuş.
Güvenmişler Vali’ye. Dilerse tekeden süt çıkarır, demişler.
İçmeye ayranı olmayanlar, satıp boynundakini, kulağındakini, verip kefen parasını, almışlar arsaları.
Herkes, ucuza villa sahibi olacağına, inanmış.
Zahmetsiz, emeksiz.
Dört dörtlük, bir uydu kent doğmasını.
Umutla beklemişler.
Ansızın bir gün, tayini çıkmış, o devletlünün.
Zarı zarı ağlamış, halk.
Biz şimdi ne olacağız, “devletlü bizi bırakma,” demişler.
Ne mümkün; “devletlü de bir emir kulu,” çekip, yeni görevine gitmiş.
Kooperatif yöneticileri ve arsa sahipleri kalmışlar mı, dımdızlak ortada.
Yönetimdekiler, birbirine girmiş.
O onu suçlamış, bu, bunu.
Kavga gürültüden, ortalık toz duman.
Yönetimler, sık sık değişmeye başlamış. Gelen, gideni aratmış.
Atılan temellerin, üstünde otlar bitmiş.
Ucuz villa hayali kuranlar, şaşırmış.
Umutlar sönmüş.
Dimyata pirince diye, yola çıkanlar, evdeki bulgurdan olmuş.
Devletlü’nün ardından gelen devletlü’ler de belki yanarız diye, el sürmemişler.
Böylece Dağkent üvey evlat olmuş.
Sahipsiz.
Derken, deprem olmuş.
Dağkent, kimsenin aklına gelmemiş.
Oysa, evleri yıkılanların bir çoğunun, orada arsası varmış. Arsa maliklerine “evlerini yapma şartı” ile kredi verelim, böylece kalıcı konut ihtiyacı, azalsın denmemiş. Orada, arsalar boş dururken;
Bir yığın, kalıcı konut yapılmış.
Yolları asvaltlamış, etrafı yeşillendirilmiş.
Garip dağ kent’e, bir çivi bile çakılmamış.
Kooperatifin, sık sık değişen, yönetim kurulları-ndan sonuncusu, tasviye kararı aldırmış.
Kendi imkanları ile evlerini (Devlete güvenip) tamamlayan, yüz-yüz elli aile ortada kalmış.
Çaresiz!!!!
Aslında Dağkent; orman kenarında, yem yeşil bir ortamda, havası nefis, ulaşım imkanı zengin, enfes bir yermiş.
Devlet babalığını, kendi kendine ayakta durmaya çalışanlara değil, “her şeyi devletten bekleyenlere” gösterirmiş.
Dağkent sakinleri “hangi kapıya baş vursalar,” kapı yüzlerine kapanırmış.
Onlar da, Dağkent cami yaptırma derneği kurmuşlar.
Niye bu derneği kurdunuz dendiğinde;
-Ne yapalım, “beş haneli köye hizmet götüren vilayet,” bize sahip çıkmıyor. Çünkü köy değilmişiz. Belediyede sahip çıkmıyor. (sadece emlak vergisi alıp cezalı ruhsat veriyor.) Çünkü mahalle değilmişiz.
Yapıverin bizi mahalle dediğimizde: olmaz, mevzuat müsait değil, diyorlar.
Velhasıl işimiz ALLAH’a kaldı.
Belki o bize acır, yetkililerin yüreğine merhamet salar.
Derlermiş.
Aslında;
Umutları da, yokmuş.
Kendi aralarında
Şu tekerlemeyi, söyler dururlarmış.
-Dağ kent nerde.
-Suya kaçtı.
-Su nerde.
-İnek içti.
-İnek nerde.
-Dağa kaçtı.
-Dağ nerde.
-Yandı bitti kül oldu......!!!
Sevgili okurlar,
Gökten üç elma düştü.
Biri Vali’nin
Diğeri Belediye Başkanı’nın
Çürük olanı da, Dağkent’te yeri olanların kucağına.