İnildiyordu.

İniltisi yürek paralayıcıydı.

Çok perişan bir görünümü vardı.

Ölmek üzereydi.

Ama direniyordu.

Belli ki ölmek istemiyordu.

Yaklaştım.

- Geçmiş olsun, nen var. Çok mu acı çekiyorsun.

- Sağol evlat....ıhgg, Biliyon, ehtiyarın, her fani ölümü tadacak. Ölümden gorkmayan, emme üzüntüm, çok böyük.

- Anlayamadım. Üzüntü, insanı inletir mi?

- Tabi inletir, hele ilgisizlik, kadir bilmezlik va ye...

- Kim’in kimsen yok mu?

- Olmaz mı, dolu!!!

- Sana bakmıyorlar mı, ilgilenmiyorlar mı?

- Nerde !!! Herkeş kendi işinde.

- Deme be.

- Hepsi beni terketti. Bir zamanla; gençtim, gözeldim.

Bakan döne, bi daha bakadı. Allah için, hani kendim deye söylemeyan, barmağınan gösterülüdüm. İşte o zaman hepsi burdıydı. Cıvıl cıvıldıla.

Ahçı, uşak hizmetçile....!

Kapım, gürül gürül gürledi.

Haremliğim, selamlığım varıdı. Ahırlarımda küheylanla,

Bahçalarımda; landonla, faytonla.....

- Vay be...!

- Ben ne günle gördüm, ne günle.

- Anlatta öğreneyim.

- A oğul, hiç mi işin yok senin. Öğrenipte niypacan.

- Olur mu öyle şey, siz yaşlısınız ama, çok kıymetlisiniz.

- Yok oğul, yok. Ehtiyarı kim iste...

Eskile, eskiye rağbet olsa, bit bazarına nur yağa, delledi. Meğellim doğruymuş.

Emme, sen maraklı bi uşağa benzeyan, sana anladıveyin.

- Anlat.

- Biliyon mu?

- Neyi?

- İsmet paşanın, bende misafir olduğunu...

- Yo...

- Kurtuluş savaşı başlangıcında: Miralaydı, İsmet paşa. Bir grup arkadaşıynan, İstanbul’dan, kara yoluynan, Ankara’ya gatılma kararı vermişle. Paşa; tanınmasın deye, zabit esvabını çıkarıp, er üniforması geymiş. Bolu’ya vasıl olunca, heyet, doğru bana geldi. Uşakları, hizmatcıları, bi telaş aldı ki, sorma... Hemen gelenleri selamlığa aldıla, buyrun efendümle, hoşgeldünüzle gırla. Hengame geçince, heyettekile; bi de bakıyollaku, Miralay İsmet bey ortalıkda yok. Herkesi alıyo mu bi telaş. Ara bakam ara. Aşa bak, yokarı bak, derkene, bi de bakıyollaku, Miralay İsmet bey; er esvabı içinde, mutfak ta oturup duru. Ahali, gıbgırmızı çıkıya... Afedesünüz.. Valla, biz sizi emirber zannetdüydük, falan deye bin bir özür dileyalla. Oda böyük adam, hiç bi şey demeye, selamlığa geçiya.

- Sen bi canlı tarihmişsin, kim bilir; “Bolu tarihine ışık tutacak.” daha ne hatıraların vardır.

- Olmaz mı, hem de istedüğünden de çok, velakin ben de anladacak takat yok. Her yanım dökülüya...

- Çok teşekkür ederim. Yordum sizi...

- Yo evlat! Ben, anılarımı anlatmakdan yorulmam. Anılarım gelecek nesillerin malıdu. Kaybolmasınla isterin. Bütün tasam bu!!!

- Peki bu konu da bir düşünceniz var mı?

- Olmaz mı, tabi va. Emme ne mümkün!!!

- İmkansız diye bir şey olmaz, hele bir anlatın.

- Hem de bal gibi olu.

- Ölümden gayri her şeyin çaresi bulunur. Siz hele bir anlatın.

- Peki.... Ben çok vereseliyin. Şükrü efendiden sonra, gaç nesil geçti. Beni, bi türlü üleşemedile.

Hiç biri Bolu’da otumayaku. Hani ben alında, oturun desin. En son, senele önce, kütüphaneci Fadıl Güllez otudu.

Satmak istedile, satamadıla. Meğer ben, eski eserimişiyin. Elin adamı, beni alıp da ne yapsın.

Yıkacın dese, yıkdumazla. Tamir edecin dese, hop, dur bakam bi, desdursuz niypıyan, bize sormadan, çivi bilem çakamazsın derle, beş kuruş da para vemezle. Alem enayimi; dertsüz başına dert alsın.

Eski eserleri koruma ganunu’mu ne, bi şey varımış. O kanuna göre teşekkül eden, bi de koruma gurulu. Bunnarın vazifesi; benim gibi ehtiyarları bulmayımış. Buldulamı bi ehtiyar hemen damgalarımış. Undan sonra efendime söyleyin, ne ellerimiş ne de elletdürülerimiş. Akbaba gibi, ölmemizi beklelerimiş. Biz ruhu teslim edekenede, gelü mevta oldu deyip “maili i inhidam” laporu verülerimiş ki; cenazemizin galkmasında, bi dert çıkmasın. Altgatım Bolu tarih ve etnografya müzesi ve sohbet salonu; olsa dileyen dakıp gulaklığı Bolu tarihini dinlese, dinleyen çay kahve içese; içim cıvıl cıvıl insan dolsa. Üst katlarımda müzik, resim, heykel, tezyinat atelyeleri oluşsa. Tiyatro çalışmaları yapılsa. Kitaplığım kitap dolsa.

- Hakikaten iyi düşünmüşsün. Çok güzel bir fikir.

- Mademki sende beğendin!!!

- Evet çok beğendim.

- O zaman belediye ireisi’ne benden selam söyle; beni bi ziyarete gelsin. Halimi gözleriyle bi görsün. Össehet kararunu verü. Hih işte “tam araduğum yer” demezse ben bişey bilmeyan.

Yıkıcı değil yapıcı bi insan deyalla onun içün.

- Ee

- Belediye KONSER-DUVARI mı ne, bişey guracıymış. Hani beni ele alsa; gayri merescilerimden satınmı alu, yosam, unna heybamı ede unu bilmen. Arkasından efendime söyleyin. Beni bi gözel tamir bakıma alsa, “aynı yeni yapulduğum hale guysa” şöyne bi, nazlı gelin gibi, oluvesem.

Görenle, tu tu..tu masallah, elemtere fiş, kem gözlere şiş dese.

Banada GONSER-DUVARLIK yakuşu, dimi!!!

- Ona Gonser-Duvarı demezler, KONSERVATUAR derler.

- Her ne ise, yaşlının gusuruna bakılmaz.

- Peki, belediye reisi; oda kimmiş diye, bana sorarsa, ne diyeyim.

- GÜLLEZ ler konağı dersin, o bilü.

- Nerden bilsin .

- Nerden bilecek, o Bolu çocuğu değilmi. Çocuğuken, gaç kere önümden geçip, panayıre gitmüşdü.Belediye meydanından karaçayıra gideken’e, dört yol ağzı vaye, işte tam orda, caminin karşısında,” bi harebe halinde” beni görmüşdü.

- Yo öyle deme; cami yıkılsada mihrabı yerinde. Eminim resisimiz sana sahip çıkar, seni ilk gençlik yıllarına, döndürür.

Tüm Bolu, senin için öyle bir şenlik yapar ki, deme gitsin.

NOT I: Bolucanız epey ilerledi, sevgili okuyucular. Herhalde anlaşılır diye, Boluca kelimelerin anlamlarını, ayrıca belirtmedim. Şayet bilemediğiniz kelimeler çıkarsa, lütfen Boluca düşünen bir Bolulu bulun.

NOT II: İnanılacak gibi değil! Hiç bina konuşur mu? İnanın bu bina konuşuyor. İnanmayanlar lütfen ziyarete gitsin. GÖNÜL GÖZÜ ile dinlesin.

Eminim, onlara da, çok şey anlatacaktır.