1980-90’lı yıllarda, kalkınmakta olan ülkelere “KALKINMADA ÖRNEK ÜLKE” olarak gösteriliyorduk.

Milletçe bir rüzgar yakalamıştık.

Kendimize güveniyorduk.

Dinamiktik.

Yetinmiyor daha iyi olmanın yollarını arıyorduk.

İşte size:

O günlere ait, daha iyiyi arayan bir konuşma belgesi:

[Bu konuşmayı 1993’te Bolu’da gerçekleşen “DİN ve İNSAN” konulu konferansın açılışında yapmıştım.]

AÇILIŞ KONUŞMASI

Müsadelerinizle sözlerime;

Esirgeyen, Bağışlayan, Yüce Allah’ın adı ile başlamak istiyorum.

-Büyük bir milletin evlatlarıyız.

-Gurur duyduğumuz tarihimiz,

-Çok eskilere dayanan kültürümüz,

-Cennet gibi vatanımız var.

Pek çok millette olmayan, üstün vasıflara malikiz.

Bütün bu özelliklerimiz dolayısı ile;

Dünya milletleri arasında mümtaz bir yer almaya başladık.

Ülkemiz, kendi bölgesinde süper güç haline gelmeye, Türk Milletler Topluluğu ise dünyanın dikkatini çekmeye başladı.

Milletimiz bu noktaya, ızdıraplar çekerek geldi.

Bizi ezmeye, parçalamaya çalıştılar.

Bu kötü niyetliler ile atalarımız mücadele etti.

Bizi kendimizden utanır hale getirdikleri zamanlar da oldu. Hatırlıyorum, ben çocukken, Bolu köylüleri arasında, hakaret sözcüğü “Koca Türk” idi.

Hamdolsun Allah’a ki, o devirleri geride bıraktık.

Toplu iğne bile yapamayan bir toplum haline gelmişken, Türklük bilincine sarılarak uzun ve ızdıraplı mücadelelerin sonunda ‘Sanayi Toplumu’ olmayı; pek çok ülkeye ekonomik ve kültürel yönden yardım eder seviyeye gelmeyi başardık.

Sanayi toplumundan ‘Bilgi Toplumu’ olmaya doğru adeta koşuyoruz.

Ne var ki, durumumuz bir çok ülkeyi rahatsız ediyor.

Ülkemizi zayıflatmak ve parçalamak için sinsice stratejiler üretiyorlar. Yadırgamamak lazım.

Bize düşen görev; bu tespitleri yapıp, gerekli tedbirleri almaktır.

Bu tedbirlerin başında milli bütünlüğümüzü korumak gelir.

Bunu nasıl yapacağız?

“Aman, başka milletlerle temas etmeyelim, ne olur, ne olmaz, onlar bilgili, uyanık ve akıllıdır. Bizi kandırır, ezer, parçalarlar.” diyerek mi?

Sınırlarımızı kapayıp, dünya üstünde yapayalnız kalarak mı?

Hayır.

Tam tersine;

-Japonların yaptığı gibi; onlarla iç içe yaşayarak, dostluk kurarak, bilim ve teknolojilerinden istifade edip, onları geçmeye çalışarak.

-Kendimizi, aşağı görmeden, korkmadan, onlara; kendimizi anlatarak, çatır çatır

haklarımızı savunarak, çıkarlarımızı kollayarak.

-Medya yolu ile vahşi kapitalizmin ithal ettiği kültür emperyalizminin, öz benliğimizden koparmaya, çalıştığı evlatlarımızı suçlamadan, onlara sahip çıkarak.

-Sevgi, hoşgörü ile yaklaşıp; öz değerlerimizi öğretmeye, inançsızlıktan korumaya çalışarak.

- Sözde inanç uğruna; “ülkemizi batıl inanışların esiri yapıp, çağ dışına sürüklemeye çalışanlara kızmadan” eğiterek.

-Onlara da sevgi ve hoşgörü ile yaklaşarak,

-Manevi inançta tek yolun Kur’an yolu olduğunu göstererek

-Kur’an’ı Türkçe okuyarak anlamanın gerekliliğine inandırarak.

Komünist mantığın çöktüğü günümüzde;

-Vahşi kapitalizmin de insanları “kendi çıkarları için başkalarını ezip geçen, maddenin esiri, egoist ve milyonların içinde yapayalnız, ruh hastası” hale getirdiğini, unutmayarak.

-Kapitalizmin, verimliliğe, üretkenliğe dönük yönlerini alıp o yönleri; Allah korkusu, sosyal adalet ilkesi, insan, doğa sevgisi, ve gönül zenginliği ile takviye ederek başarabiliriz. Peki, bütün bunlar nasıl mümkün olur?

Bize rehber gerekmez mi?

Tabi gerekir.

Bu rehberler, çağdaş düşünce ile yoğrulmuş

1- Kültürümüzdür.

2- Örf ve Adetlerimizdir.

3-İnancımızdır.

Değerli okurlar,

1990’lı yıllardaki o şahlanıştan sonra ne olduysa oldu.

Daha iyiye ulaşılacak yerde; maalesef fert başına düşen G.S.M.H. 2000 $ civarına geriledi. Yıllık vergi gelirlerimizin toplamı, iç ve dış faiz ödemelerimizi karşılayamaz hale geldi.

Artık “deniz bitti”. Boşa harcayacak zaman ve para kalmadı.

Ulus olarak el ele verip, bu darboğazı aşmamız lazım.

Mevcut siyasi partiler ve liderleri el ele vermeyi başaramamakta.

Görev bizlere düştü.

İnşaallah, 3 Kasım’da, bir partiyi TEK BAŞINA İKTİDAR yapıp, karşısına da güçlü bir ana muhalefet partisi seçmeyi becerebiliriz.

Allah yardımcımız olsun.