İki dev çınar ağacıydılar.

İstanbul’da, evleri yan yana idi.

Yaşları birbirine yakındı.

Biri BOLU’da, diğeri “ANGARA”da doğmuştu.

Zaman 1900’lerin başı idi.

İstiklal harbi yıllarında bebektiler.

O yıllar sıkıntı yılları idi.

Tüm ihtiyaçlar gaz, tuz, bez ile sınırlanmıştı.

İnsanlar “bugünün gözlüğü ile bakıldığında” çok büyük çile çekiyorlardı.

Dayanılır gibi değildi.

Açlıktan, soğuktan, hastalıktan binlerce insan ölüyordu.

Her ikisi de sıkıntıları, yaşayarak, büyüdü. Aldıkları terbiyenin kaynağı;

Binlerce yılda kurgulanmış, Anadolu kültürü idi.

Bu kültür örf’ü, adet’i, töre’si ve inanç sistemi ile onları sarıp sarmalamıştı.

9 gün ömre, 8 gün çalışmak bu inac’ın emri idi.

Çalışıp, üretmeli ve elde ettikleri kazancı, insanlığın hizmetine sunmalıydılar.

Onların kültürü ALLAH RIZASINI, hedefletiyordu. ALLAH rızasının yolu, insan’ın kalbinden geçerdi.

Hedefleri, insan’a hizmetti.

Bunun için uğraştılar, çalıştılar. Akıllarını doğru yolda kullanıp, helal kazanç peşinde koştular.

Hiçbir zaman, hedeflerini kaybetmedi, Allah yolundan sapmadılar.

Her ikisi de rablerine, [ rablerinin gösterdiği çizgiden (sırat-ı müstakim) hiç sapmadan ] ulaştılar.

Varlıklarının büyük kısmını topluma armağan ettiler.

Aralarında hiçbir fark yoktu.

Niyetleri aynı idi.

Fark yalnız metodta idi.

- Vehbi Koç, Vehbi Koç Vakfını kurdu.

Topluma armağan ettiği mal varlığının mülkiyet ve yönetimini

“Vehbi Koç vakfına” bıraktı. Devlete, dolayısı ile bürokrasinin eline

teslim etmedi. Vakfın bütün gücünü elinde tuttu. Bu nedenle Koç

vakfı yatırımları, hep akılcılık, verimlilik ve mükemmellik ilkelerine

bağlı kaldı. Hala aynı prensipler geçerli.

·İzzet Baysal ise, Bolu’ya hizmet etme aşki ile, devletin yapmak zorunda olduğu yatırımlarıda üstlendi. Devlete; ben bir yatırım yapıyorsam sende iki yatırım yap demedi.

Devleti zorlamadı. (Devlet yatırımlarının bilimsel metodlarla değil, “politik gücün ağırlığı ile” yapıldığını düşünmedi.) Baskı yapmadı. Habire, “kamunun yapmak zorunda olduğu” binaları yapıp, mülkiyetini; devlete armağan etti. Politikacılar ve bürokratlarda bunu fırsat bildi. “Kerhen de olsa,” Bolu’ya yapmak zorunda oldukları yatırımları, (nasıl olsa İzzet Baysal vakfı yapıyor diye,) Düzce’ye kaydırdılar. Hâla bu politika devam ediyor. Bu yıl Üniversitenin, Bolu kampüsüne 2 , Düzce kampüsüne 9.5 trilyon yatırım yapılıyor.

İzzet Baysal Vakfı, şu an bütün imkanlarını, Tıp fakültesi binasının inşası için kullanıyor. O inşaatta bitince İzzet Baysal’ın mübarek servetinin çok büyük bir kısmı (rahmetlinin arzusu ile) Devletleştirilmiş olacak.

İzzet Baysal vakfının, “devletleştirilmiş,” servet üzerinde söz hakkı kalmayacak.

Bu düşünce tarzi devam ederse muhtemelen İzzet Baysal vakfi kendiliğinden yok olur. Gaye, Izzet Baysal vakfinin devamlılığını saglamak, daha nice “hayırlı işlere” vesile olmasını temin etmek olmalıdır.

Vehbi Koç vakfı ise; bütün gücünü koruyor, yönetim tamamı ile MÜESSESELEŞMİŞ.

Bakın; 22/05/2002 de Hürriyet gazetesi 10. sayfasında yayımlanan bir haber ne diyor.

Başlık şu : KOÇ, VEHBİ BEY’in ÖDÜL VASİYETİNİ YERİNE GETİRDİ.

Vehbi Koç Vakfı, temel faaliyet konuları olan, eğitim, kültür ve sağlık alanlarında verilecek ödül, bu yıl KÜLTÜREL VE TARİHİ MİRAS alt başlığında sahibini bulacak.

Vehbi Koç vakfı yönetim kurulu başk. Samahat Arsel, dün Koç Holdingte düzenlenen basın toplantısında:

Kurucumuz Vehbi Koç’un ailesi ve çalışanlarına bıraktığı en büyük servet, KOÇ isminin şerefi ve toplumsal sorumluluğa duyarlıktır. Şimdi bu servet “ Vehbi Koç ödülü ile taçlandırılacaktır” .

1969 da kurulan Vehbi Koç vakfının ana felsefesi, nicelikten ziyade niteliktir. Bugün vakfımızın, çağdaş ve örnek kuruluş olarak takdir edilmesinin nedeni Vehbi Koç’un başlattığı MÜKEMMELİYET MERKEZİ OLMA ZİHNİYETİDİR, demiş.

[ Şu kadar bin yetersiz eğitim almış öğrenci yerine, daha az ama mükemmel eğitim almış öğrenci yetiştirmek, daha çok sağlık ocağı yerine, daha nitelikli sağlık hizmeti hedef edinmek, gibi.]

İlk ödül bu yıl 30 Mayıs’ta verilecekmiş. Ödülün tutarı 100 milyarmış ve bu miktar her yıl gözden geçirilecekmiş.

Ah dedim, içimden.

Ne olurdu, İzzet Baysal Vakfı, bu kadar çok bina yapmak zorunda bırakılmasaydı. O yatırımların bir kısmı, devlete yaptırılabilseydi.

Şu an daha çok ihtiyacimiz var, İzzet Baysal Vakfı’na:

Eğitim, kültür ve sağlık hizmetlerinde kalitenin yükseltilmesine, insanların özendirilmesine.

İzzet Baysal ruhunun, topluma hakim kılınmasına.

Bu uğurda yatırımlar yapılmasına, ödüller konmasına, burslar verilmesine.

Geçen haftaki yazımda iki bölüm vardı.

1- İzzet Baysal’a Şükran Günleri ardından.

2- Kültürü tanıtmak için önce tanımak gerek.

Benim o yazım 20/05/2002 de yayınlandı. Tesadüfe bakın ki Vehbi Koç’un Kültür ödülü yazısı 22/05/2002 de yayınlandı.

Bayıldım tesadüfün böylesine.

Her şey pozitif mantıkla izah edilemez. Sizce bu tesadüfte bir hikmet yok mu?

Bir mesaj çıkarılamaz mı?

NOT: Gayem; asla İzzet Baysal’ı, Vakfını ve hizmetlerini, eleştirmek değildir. Muhtemeldir ki, o günlerin şartlarında, daha iyisi yapılamazdı. (Bu nedenle asırlar önce “Toplumsal şuur” EN İYİ, İYİNİN DÜŞMANIDIR) demiştir. Ama, EN İYİYE ULAŞMA idealini de, terk etmemek şarttır.

Gayem benim için MÜBAREK olan İzzet Baysal Vakfı’nın ölümsüzleş-mesidir. (Bunun için ters anlaşılma, eleştiri oklarına hedef olma pahasına düşüncelerimi yazmaktan çekinmem.)

Gayem ‘Aferin’ almak değil, hizmete katkıda bulunmaktır.

Neden bu notu yazdın, derseniz; (nadirende olsa KAZ’ı KOZ anlayan, doğruyu, eğri gibi anlamlandıranlar çıkabiliyor.)

Onlara iyi okuyun, doğru anlayın, demek istedim.