Şimdiki kültür merkezinin bulundugu Firka Tepesinde;

Halk evi binası vardı.

Sık, sık sergiler açılır, temsiller verilirdi.

İlk orada görmüştüm, piyano denen müzik aletini, Resim denen sanata orada

gördüğüm sergilerde aşık olmuştum.

Halkevi içimi aydınlatan, ruhumu güzelliklerle dolduran bir ışıktı.

Bir gün ansızın o ışık kapatıldı.

Ruhumun karardığını hissettim. Çocuk beynim isyan etti.

Öfkelendim.

Bir süre kapalı kaldı o güzel halkevi binası.

Çevresindeki cennet bahçesini andıran çiçek tarhları kelleşti.

Güvercinlerin su içtiği havuzlar kurudu.

İçleri pislik doldu.

Ulu ağaçlar boynu bükük kaldı.

Bir gün baktık; ustalar çalışmaya başlamış. Boya yapıldı, kırık camlar yenilendi. Giriş kapısına saç bir tabela takıldı.

Aile Sineması

Sevindik.

O güzelim halkevi binasında bol, bol kovboy filmi izleyerek, çelik, çomak, körebe oyunlarını terk ettik. Kovboyculuk oynamaya başladık, ( bacaklarımızın arasında sırık atlar, dıgıdık dıgıdık, elimizde mantar tabancaları grav da grav...)

Ne güzel AMERİKAN KOVBOYLARI olmuştuk.

Sonra sinemayı işleten sinemacı Mıstafendi İstanbul’a taşındı,

Aile Sineması kapandı.

Bir süre gene kapalı kaldı, o güzelim bina,

1960 lı yıllara gelinmişti, bizim kuşağın bir kısmı Ankara’da bir kısmı İstanbul da okuyordu.

Yaz tatillerinde Bolu da buluşup, İstanbul-Ankara grupları mahvel (Anıtpark) bahçesinde sanat-edebiyat tartışmaları yapıyorduk. Her iki grupta tatlı bir rekabet içindeydi. Rekabeti tiyatro alanında yapıyorduk. Kim daha iyi bir oyun sergileyecek, derdimiz buydu.

Oyunları; bir bekçi ile açık tutulan yarı harap, o binada hazırlıyor ve sergiliyorduk. Sanki bina ölümcül hasta idi. Biz ona şiringa edilen serumduk.

Ve nihayet, bir gün halkevi binası yıkılacak diye duyduk.

Hiç acımadılar.

Bu gerçekten bir ANIT ESER demediler.

Yıktılar.

Emir, demiri kesmişti.

Yıkım gayesi güzeldi.

Türkiye’nin ilk kültür merkezlerinden biri yapılacaktı. İnşaata başlandı. Yapılan kocaman bir beton yığını idi. Nerde ise fırka tepenin tamamını işgal etti. Ortaya Bolu’ ya sırtını dönmüş bir bina çıktı. Bir yığın görevli müdürler, şefler, memurlar ve hizmetliler atandı. Caf caflı törenlerle açıldı.

Bolu kültür merkezinin her ay büyük gideri vardı. Ama kültürel faaliyetler için tahsisat yoktu.

Dişe dokunur bir faaliyet yapılamıyordu. Ne gam.

Koskoca kültür merkezimiz vardı ya,

Herkes memnun ve rahattı.

Zaman değişiyordu.

Sanat, edebiyat gibi şeyler karın doyurmuyordu.

Para ilah olmuştu.

Batının güzellikleri değil, çirkin ama cazip yönü (Diskolar, Cafe Barlar, Hamburgerler, Kolalar, Lahmacunlar, Televoleler, Paparazziler) her yanımızı kaplamıştı.

Çılgın bir gidişti, bu

Boz bulanık,

Aaa bu ne güzel bir gidiş demek mümkün mü?

Değil elbet,

Dur demek lazım bu gidişe,

Kim dur, diyecek.

Devlet bürokratı mı?

Hayır.

Artık iyice anlaşıldı ki: Atanmış bürokratlarla kültür ve sanat faaliyetleri başarı ile yürütülüp, toplumun dinamiği haline getirilemiyor.

Ya kim?

Halkın içinden çıkan (Boluca öğrenmeye çalışan) gönüllüler.

En umutsuz zamanlarda bu gönüllüler ortaya çıkar.

Umutsuzlukları umuda çevirir.

Topluma örnek olurlar.

İşte bu örneklerden biri ile karşı karşıyayız.

Bolu belediyesi 2002 yatırım programı açıklandı.

Gözlerime inanamadım;

Programda belediye KONSERVATUARından söz ediliyordu.

Sevindim.

Umutlandım.

Bülbüller ötmeye başladı gönül bahçemde.

Sağol Sevgili başkan...

YÜKSEL CEYLANNot: Konu bir köşe yazısının dar çerçevesine sığmayacak kadar önemli. Konservatuar ile ilgili düşüncelerimi ilerki yazılarımızda detaylandıracağım.SEVGİLİ MAHALLİ PARLAMENTERLERİMİZ

Bolu kamuoyuna;

İki haftadır, seçildiğiniz komisyonlarda toplantı yapmadan bütçe raporu imzaladığınız iddiası hakkında bilgi vermenizi rica ediyorum.

Cevap vermiyorsunuz.

NEDEN?

Haber doğru değilse bize DOĞRUSUNU anlatırsınız.

Haber doğru ise DOĞRUDUR, dersiniz. Kıyamet kopmaz.

Herkes hata yapabilir. Hatayı kabul edebilmek meziyettir.

Tüm okuyucularımın yeni yılını kutlar, huzurlu ve mutlu bir yıl geçirmelerini dilerim.